25 Kasım 2014 Salı

Ina May'in doğum kitabının sonundan bir hikaye...

Kitabın son bölümünü yazarken telefonum çaldı. Hattın diğer ucundaki kişi Amish komşusu için arayan bir kadındı. Amish bir çift veya ebesi Farm'daki bir ebeye ihtiyaç duyduklarında gelişen tipik senaryo şöyledir: Amiş koca telefon için en yakındaki İngiliz (Amişler kendilerinin harici kişileri tarif etmek için onlara İngiliz derler) komşuya gider, komşuya meramını anlatır, sonra eve karısının yanına döner. 

Tahmin edeceğiniz üzere bu yöntem genellikle bir ebenin ihtiyaç duyabileceği bilgileri içermez. Bu seferki haber halihazırda süren bir doğum ile ilgili idi ama ben veya diğer ebe arkadaşlarımdan herhangi birinin konu ile ilgili bilgisi yoktu. Telefondaki kişi daha yakınlarda ebe bulmaya çalıştıklarını ama sadece bana ulaşabildiğini söyledi. Amos'un eşi dün geceden beri doğumunu gerçekleştirmeye çalışıyor, gerçekten zor anlar yaşıyor ve kayınvalidesi gelmenizi istiyor dedi.
Gebeyi tanımadığımı söyledim, kaçıncı bebeği olduğunu sordum, 7.bebeği olduğunu öğrendim.

Kendimi tam bir ikilem içinde hissettim, yayıncıma kitabın son tarihi için söz vermiştim ve fakat ben bir EBE'yim. Eğer bir tercih yapmam gerekirse; EBELİĞİM her zaman yazarlığımın önünde gelir. Komşuya ailenin yanına ivedilikle geleceğimi söylemesini rica ettim ve doğum çantamı kaptığım gibi yola düştüm. 40 km uzaklıktaki bebeğini bekleyen eve doğru yola çıktığımda güneş ufukta alçalıyordu. Eve hava tamamen kararmadan varmak istiyordum, bilenler bilir, bir Amish evini bulmak pek kolay değildir, yolları çakıllıdır, verandalarında ışık yoktur. 3 gündür devam edip her yeri çamura bulayan, sel baskınına meydan verebilecek yağmuru da düşününce gerçekten hayat boyu hatırlamak istemeyeceğim anlar yaşayabilme ihtimalimin, başıma gelebileceklerin farkındaydım. Böylesi zor zamanlarda esenlik dileyen tüm insanlar gibi dua ettim, Allah'ım başına gelenleri hayır ve teslimiyetle karşılayıp, şükür vesilesi görenlerden eyle.

Gökyüzündeki son ışık huzmesi de kaybolduğunda iki katlı ahşap bir evde oturan ailenin yanına vardım, içeri girmeden önce girişteki mavi eski halıya çamurlu ayaklarımı sildim. Amos beni orada karşıladı, mutfağa geçtik. Elinde taşıdığı, yolu gösterdiği gaz lambası odadaki tek ışıktı, beni eşinin yanına götürdü.

Emma ceviz ağacından yapılmış sallanan bir sandalyede oturuyordu, belinde kahverengi polyester bir battaniye sarılı idi. Onu gördüğümde, uykulu olmadığına; hala doğumu gerçekleştirecek güce sahip olduğuna memnun oldum. Emma ve Amos ile daha önce tanışmamıştım ama kayınvalidesi iyi tanıdığım bir Amiş ebesi çıktı. Doğumun başladığı 1 gün öncesinden itibaren gelini ile birlikteydi, bebeğin duruşunda riskli bir durum olduğunu öngörmüş, omuz takılması veya yan geliş olduğunu düşünmüştü, doğumun normal olacağı konusunda emin değildi, karar vermek için desteğe ihtiyacı vardı. Emma'yı gözlemlemeye başladım, birkaç zorlu dalgayı karşıladı, kasılmalar sırasında farkettim ki; Emma'nın rahmi doğumu gerçekleştirecek yeterli güce sahipti.

Muayene ile rahim boynunun inceldiğini, açıklığın neredeyse tam olduğunu gördüm, buna rağmen bebeğin başı olması gereken yerden biraz yüksekte idi. Emma'ya su kesesini dikkatlice açabileceğimi söyledim, bu konudaki fikrini aldım, teklifimi kabul etti, keseyi nazikçe açtım, akan amniyotik sıvı temizdi. Hemen akabinde bebeğin başı rahim boynunu geçerek olması gereken yere doğru inmeye başladı, birkaç dakika içinde güçlü kasılmalar ile bebeğin başı yerleşti.

Yavaşça alın, gozler, burun, aşırı tombul yanaklar ve çene belirdi ama boyun gelmiyordu. Emma'nın bebeği itme çabaları sonuç vermiyordu, çünkü kolları çapraz duruyordu.

Emma'ya el, diz pozisyonu alması gerektiğini anlattım.

Yapamayacağını söyledi. Amiş kadınlarının giydiği uzun elbise ile bu hareketi yapabilmek gerçekten güç idi.

Onu yüreklendirmeye çalıştım, güçlü rahminin bunu başarabileceğini anlattım, eşinin de yardımı ile büyük çaba sarfederek el, diz pozisyonuna geldi, harika bir itiş ile bebeğinin önce bir omuzunun sonra diğerinin geçisini sağladı. Parmaklarımı nazikçe bebeğin koltukaltlarına koydum ve onun tombul bedenini dışarı çıkardım. Tombul bır kız bebek dünyaya gelmişti, tartısı 5 kiloya yakındı. Dışarıdan müdahale yerine; annenin doğuma dair derûni melekelerinden faydalanarak, bebeğe yolu kolaylaştıracak doğum pozisyonu ile yırtılma, epizyotomi olmadan; ne anne ne de bebeğin doğum sonrası  herhangi bir tedaviye zorunlu kalmadığı güzel bir doğum gerçekleşti.

İki saat sonra, neredeyse dolunaya ulaşmış ayın gökyüzünü aydınlattığı, yıldızlı bir kış gecesinde, ailenin yanından ayrıldım.

Yaşadıklarıma minnettardım...

20 Kasım 2014 Perşembe

TEKME Mİ ATTI, SELAM MI VERDİ?

Bir anne-çocuk grubunda gördüm.
Soru şöyle: Bir kadına tekme atma hakkı kimindir?

Yorumlar sıralanmış: elbette karnındaki yavrunun...

Rahimdeki bebeğin hareketi tekme midir sizce, elbette bacaklarını çalıştırmak için yaptığı hareketler sert gelebilir, hatta bazen can yakabilir.

Yine de tekme demeyip, başka bir kavramla açıklasak, hareket işte, hareket etti desek.

Gebeliklerim boyunca arada dilim sürçse de bebeklerimin hareketlerini hep bak yine selam verdi, bak yine selam, selam sana evlat selam diye karşılamaya çalıştım.

Rahme konuluşu selam, rahimde hareketi selam, rahimden dünyaya gelişi selam...

Hz Peygamberin binler yıl ötesinden gelen sözü:
"Anne rahmi Rahman'dan bir daldır"

Evlatlar o dalı tekmelemezler; biz de sözlerimizle incitmesek, sevsek, çok çok sevsek rahmimizi, onun kat be kat büyüyebilme halini, doğurabilme mucizemizi...

"Anne rahmi Rahman'dan bir daldır"
Merhametsiz sözlerle onu incitme gönül...


20 Ekim 2014 Pazartesi

Meryemana eli otu / Rose of Jericho



Rose of Jericho...
Rose çeşitli dillerde gül demek.
Jericho hem dünyamızın uydusu olan Ay manasına geliyor; hem de yılın oniki bölümünden biri; arda arda gelen iki yeni ay arasındaki süreyi temsil ediyor.

Hani regl dönemlerimize ay başı, ay hali deriz ya, ay gülü de diyebiliriz belki ;)




Peki gebelikle bir bağı var mıdır rose of jericho'nun?
Elbette :)
SSVD grupta doğuma hazırlığın manevi yönlerinde defaatle konuştuğumuz, kimimizin Meryem Ana kimimizin Fatma Ana Eli Otu diye andığı o değişik, güzel bitkiyi bulmak, belki birbirine göndermek, suya koyup beklemek, aylarca içine içine açılan bir gülün o ay dışarıya açılmasını, tomurcuk vermesini beklemek...



Bu videoda ay gülünün açılışı yer alıyor.
İzleyip işte benim rahmim de böyle sükûnetle, güzelce açılacak diye düşünmek
Güzel görüp, güzel düşünmek
Güzel doğumlar dilemek

https://www.youtube.com/watch?v=Qkgz9jl0FsA

Şu video da çok güzel, doğumu anlatır gibi, bekleyiş var, yolculuk var, yağmur var, yeni tohumlar var; 3.25 dakikada çiçekler açınca izlemeye son verilebilir, sonunu kesmeyi bileydim, tohumcuklar çıkınca bitirirdim :)

https://www.youtube.com/watch?v=sH9A7XrTOpA

29 Eylül 2014 Pazartesi

SEN GEBEYİ SEVİYORSUN DİYE LİMONU SEVMEMEN ŞART MI???

Bedeniniz yarım olunca işe yarayan bir limon değildir. Gerçek var oldukça var olacak bu gerçeği sürekli hatırlamalısınız, "bedeniniz limon değildir"
Bazen ssvd grupta "sd sonrası yarım oldum" diyen anneler oluyor, ya da doğum yapabileceğine tam inanmayan, doğumdan çok korkan, bedenine tam olarak güvenemeyen anneler.
Onlara bundan gari öyle diyelim, "sen bir limon değilsin"
Devam edelim.

"Bedeniniz limon değildir, siz kusurlu, yarım üretilmiş bir makine değilsiniz,
Yaratıcı da sizi tamir etmeye çalışan çaresiz bir tamirci değil.
Bütün dişi memeliler doğum için aynı potansiyele sahiptir; aslanlar, inekler, atlar, koyunlar hepsi doğururlar.
Eğer bugüne kadar kendinizde bu ortak deneyimin, doğurma kapasitesinin farkına varmadıysanız; size vucudunuzu biraz daha tanımanızı, bedeninizin tam ve kamil bir şekilde yaratıldığını, onun hakkında daha pozitif, güzel şeyler düşünmenizi öneririm.

Modern tıbbın hastalık algısına, doğumu da bir hastalık olarak görüp gebeye hasta muamelesi yapılmasına, sürekli eleştirdiğimiz ve bu gruptaki birçok kadının burada olmasına yol açan gereksiz müdahalelere bir gönderme yapıyor Ina May ebe.

----------------------------------------------------------------------------

Yukarıdaki limon aforizmasını Şubat 2014'de ssvd grubumuza  yazmışım.
https://www.facebook.com/groups/ssvd1/search/?query=ina%20may

Dün Ina May ebenin sayfasında "doğuma hazırlık" kitabında en çok beğendiğiniz, bir gebeye söylemek isteyeceğiniz cümle hangisi olur" diye sorulmuş.
Herkes fikrince yazmış.
Yukarıdaki limon aforizması da yazılmış, 120 küsur kişi de beğenmiş, sonra biri benzetmenin nedenini sormuş, başka biri de limonu kusurlu ve yanlış dizayn edilmiş diye yanıtlamış.
Cümleyi öyle görünce hoşuma gitmedi, yaratılan her şey bir sanatla yaratılıyor, kolay mı hemen öyle kusurlu demek!!!

Limonla zıt görünen yanımızı öncelemeyip, benzer tarafımıza baktım.
Limon C vitamini açısından zengin bir meyve; tıpkı diğer turunçgiller gibi kesildiği zaman ivedilikle tüketilmeli, çünkü hava ile temas ettiğinde kıymeti kaybolmaya başlıyor.
Limon için hava önemli
Gebe için de doğum atmosferi, doğum yapılan mekanın, doğumda yanında yer alan kişilerin havası önemli. Öyle önemli ki, bu hava doğumu kolaylaştırabileceği gibi "ilerlemeyen doğum eylemi" adını alarak; doğumun uzamasına, istenildiği gibi devam etmemesine de neden olabilir.

Bitirirken ne diyelim:
Ne limon, ne kadın kusurlu veya eksik yaratılmış, yanlış dizayn edilmiş değil.
Gerek limon, gerek doğum yapan kadının açılacağı zamana saygı göstermek, anın güzelce gerçekleşmesine yardımcı olmak, işte bütün mesele bu!

Limona laf eden yorumcu ablaya da gelsin bir Nazım Hikmet "Tahirle Zühre Meselesi"
"Yani sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı"

Yani sen gebeyi seviyorsun diye, limonu sevmemen şart mı :))


İNEK GİBİ MÖÖLEMEK, AT GİBİ PÜFÜRDEMEK...

Daha neler mi diyorsunuz?

Doğumda güzel bir nefes alıp, nefesi mööleyerek veya at gibi dudaklarınızı çırparak verdiğinizde, ağız ve boğazınızı açık tutmuş, rahatlatmış oluyorsunuz.
Ağız ve boğaz açık ve rahatlamış olduğunda; rahim ağzı ve perine de rahatlıyormuş.
Ina May Gaskın iri bebek bekleyen bir gebesini horse-lips breathe denen bu teknikle desteklemiş, annenin perinesi yırtılmadan doğum gerçekleşmiş.


Videosu da var
Doğum, kaslar zorda mı?
Efenim başlıyoruz o zaman düldüllemeye :))


https://www.youtube.com/watch?v=fW2Zk_Iw720&feature=youtu.be

Teşekkürler


www.TurkceKarakter.com
Bozuk görünen Türkçe harfleri düzelten site.

5 Eylül 2014 Cuma

Sancımı seveyim :)

Bazen eza gibi görünen şeylerde aslında nasıl bir rahmet vardır.

Mesela vücudumuzdaki herhangi bir ağrı...

Ağrının rahmetli yanı olur mu yahu?

Hem de nasıl olur...

Ağrı vücudumuzun çalıştığını, derdi tedavi için bizimle iş birliği yapmak istediğini gösteren bir işarettir, tanı ağrı sayesinde koyulur, bu yönüyle rahmettir.

Peki doğum sancısı?

Sancı kavramını kullanmayı çok tercih etmiyorum. Bununla birlikte, söz konusu kelime doğum dağarcığımıza öylesine pelesenk olmuş ki; hal böyleyken onu o kadar da yok saymanın doğru olmadığını düşünmeye başladım.

Doğumda yaşanan ağrı hissi boşuna değil, çeşitli işlevleri var, biraz bahsedersek:

-Anneye doğuma istediği ortamda girmesi için fırsat verir, düşünsenize ağrı hissi yok, her yerde doğum yapan kadınlar, çok fena da değil :)
Şaka bir yana, bebeğin çıkım anında fiziksel olarak korunması için; doğum anının kendisinin korunması; anne bebeğin buluşmasının özelleşmesi için gereklidir ağrı işareti

-Doğumun evresi hakkında fikir verir

-Malum doğum sadece annenin işi değil, doğumda bebek de anne kadar çalışıyor, doğum dalgaları anne karnında uyuyan bebeği uyandırıyor ve haydi can yolculuğa hazırlan diyor, belki de biraz daha sağa çevir kafanı, çeneni şu şekilde tut gibi gizil bir işbirliği yapıyorlar aralarında, belki de Hansel ve Gratel'in eve dönüş yolunu bulmak için attıkları ekmek taneleri gibi, yol gösterici...

-Kadim ebeler doğumda yaşanan ağrı hissinin hayatın çift kutupluluğu gereğince dermanıyla geldiğini söylüyorlar, yüzlerce belki binlerce doğum görmüşler, dedikleri başımız üstüne

Ağrının böylesine hikmetli yönü, stili, şeddesi varken, doğumun mevcut dalga yüküne kimi zaman (belki de çoğu zaman) yapılan gereksiz eklemeler; suni sancılar, epiduraller mevcut düzenli gidişatı sekteye uğratıyor olabilir.

Ağrı ile ilaçsız başedilen doğumlarda, gebenin farkındalığına herhangi bir müdahale olmadığı için gebeler yaşadıkları anı daha iyi idrak edebiliyor, anın nesnesi değil öznesi olabiliyorlar, bu da onların doğumlarından daha fazla memnuniyet duymalarını sağlayabiliyor.

Sözü bitirirken ne diyelim,
Her anne adayı bir aşık Seyrani misali:

"Ey tabib elden gelirse yâremi gel emleme
Yâr elinden gelmedir bu yâreyî merhemleme..."








2 Eylül 2014 Salı

Hocanne sorusu, ilk bebegini bekleyen anneye tavsiyeler

1 Bekleme
O gonderilecegi vakti bilir :)

2 Zeynep bibinin dediklerine kulak ver, doguma hazirlan, nasil mi; dokunmatik :)  https://www.facebook.com/dogumdiyari

3 Dogumdan sonra kendini nemi sifir, gecesi yildiz zifir, suyu şıldır şıldır bir adada hisset, alacagin 3 sey; kendin, bebegin ve sekerli sut tulumbaciklarin
Evet evet o adada mama yok
Allah'a iman, gonderdigi bebeyi riziksiz birakmayacagina, lohusasini mahcup etmeyecegine inanç var

4 Uykusuz gecelere hazir ol demezdim, yenicek anneye, dogmamis bebege negatif telkin yapmazdim
Uykularim sana gelsin, uykularim sana gelsin ve daha baska ninniler soylerdim

5 Evet evet cokca ninni soylerdim
Gazi varsa; bilmem su felegin bende nesi var
Guluyorsa; esek senin gozunle fincan mi yapayiimm
Gebeyken ninni, mani ezberleyebilir; anne karninda bebesine okuyabilir ;)

6 Cocuk gelisimi kitaplarindan kimini de okuyabilir, bebisten once okumak faydali olabilir
Oku ama teori ile pratigin ortusmeyecegini bil ama yildizlara uzanmaktan da vazgecme

7 Bebek dogduktan sonra napiyorsun diyenlere bebekle 'ugrasiyorum' yerine bebegimle ilgileniyorum de
Ugrasiyorum dersen ugrastirabilir cunku
Hep guzel telkinler
Her zamanki gibi ne guzel soylemis Alemlerin Efendisi

'Ben annemin gördüğü rüyasıyım'

Güzel evlat gören güzel anne bakışıyla vira bismillah açıl anneliğe :))

29 Ağustos 2014 Cuma

FEDAKAR ELMA AĞACI

Bu şiirsel öyküyü dün kütüphane öğretmenimizin önerisi ile aldık.
1960'lı yıllarda Shel Silverstein namlı bir erkek yazarın kaleminden; kitabın illüstrasyonu da yazara aitmiş.
Okuduk ve okuduk ve sevdik
Resimler ve hikaye çok güzel perçinleşmiş.
Birçok dile çevrilmiş, Wikipedia'dan görebildiğim kadarıyla Türkçe'ye çevrilmemiş.
Kendimce çevirdim.
Belki yenilerde bir yayınevi alıp çevirmek ister, biz 15 gün sonra geri vereceğiz, memlekette bizcesi olursa alırız, okuruz, severiz.

Öykü fedakarca sevebilen herkese ithaf edilmiş.
Ben okuyunca (neden acaba :)) anne çocuk ilişkisi gördüm, bilmiyorum ki bu kadar fedakarlık bu bağın dışındaki herhangi bir bağ için yapılabilir mi? Mecnun yapar mıydı, ya Leyla? Aslı ile Kerem; Şirin ile Ferhat?




FEDAKAR ELMA AĞACI
Zamanın bir yerinde kendi kendine yaşayan bir elma ağacı vardı.
Yalnızdı, sevmeye muhtaçtı, dalında kırmızı elmalar sevilmeye muhtaçtı.
Bir gün bir çocuk çıkageldi ağacın yanına
Oynadı yamacında
Ağaç çok mutlu oldu, sever oldu çocuğu
Her gün gel dedi çocuk, oyna burada
Ben sana hasret kalırsam naparım sonra
Her gün geldi çocuk
Oynadı ağaçla
Topladığı yapraklardan
Taç yaptı kafasına
Selam durun dedi ormanlar kralına
Ve gövdesine tırmandı ağacın
Dalları salıncak
Şu elmalar ne tatlıcak
Çocuk da çok sevdi ağacı
Çok sevindi ağaç buna, mutlu oldu

(hikayenin gerisini de kendi dilimce çevirdim ve fakat fikri mülkiyet hakları gerekçesi ile buradan çıkarttım.)

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Çocuğun kısmetine mani olmayalım...

Doğumda Fizyoloji kitabımdan öğrendim ki;

Suların gelmesi genellikle 8cm açıklığa kavuşulduğunda gerçekleşiyor. 
Elbette bu bir ortalama, ki doğumun bazen hiç ortalaması yoktur :)
SSVD gruptan henüz açılma yokken suları gelen oldukça gebe haberi okuyor, biliyoruz; kimi gebelerin de doğum eylemi esnasında su kesesine müdahale edildiğini, açıldığını... 
Hatta bazı gebeler, belki de sağlık uzmanları bu işlemi "suyumu patlattılar", "suyu patlatmak" diye tabir ediyorlar.

PATLATMAK!!!
O nasıl telaşlandıran bir kelime!
O nasıl bir haksızlık gebeye ve bebeğe!

Yine kitaptan öğrendim ki;
Doğum boyunca sular gelmeden, kesesi içinde doğan bebeler var. 
Tuzlucuk, kesecik içi dolu bebecik :)

Birçok kültürde kesesiyle doğan bebeklerin çok kısmetli, şanslı olduğuna inanılırmış.
Öyleyse haydi yeniden gözden geçirelim doğum dağarcığımızı...
Kim sularım yerine "kısmetim geliyor" diye düşünmekten alıkoyabilir ki gebeleri ;)

Eh dağarcığı geçirirken müdahaleyi de gözden kaçırmasak mı?
-Keseyi açalım mı?
+Aman doktor civanım çocuğun kısmetine mani olmayalım :))







Liseden dostum Gülçin'in doğum gününde, yeni anneliğine...

İki hafta önce ötelerden bir canı buraya taşıyan canım dostum,
yanında olmayı ne çok isterdim...
Ama hayat böyle bir şey işte...
Tıpkı doğum gibi...
Bazen sen zamanı değil, o seni yönlendiriyor...
Bazen gurbet oluyor...
Bazen kavuşma oluyor...
Zamanı tutamıyoruz belki ama gönüllerimizdeki sevgiyi tutmaya çalışabiliriz, değil mi?
İçimdeki Gülçin sevgisini sıcacık tutuyorum...
Kavuşacağımız zaman;
Sımsıkı sarılmak için...

Sana lohusalık ve oğluş konulu bir akrostiş şiir hediyesi yolluyorum:

G  eçti haftalar, takvim oldu 6 ağustos 2014 çarşamba
Ü  lfetle beklenen Cemil Kaan hoşgeldi hayatına
L  ohusalık hem güzel hem parçalı bulutlu
Ç ok konuşan var ise kulak ver kim söylüyor umutlu
İ   ki vakte kadar beben daha ele gelecek
N  e yaman oğlan olacak, seni ne güldürecek

:))

8 Temmuz 2014 Salı

Ina May gebesinden bir espri...

Yine Ina May'den
Farm'da doğum yapmaya karar veren gebelerden biri, yaşı 38.
Doktoru yaşı konusunda aşırı hassas, sürekli riskleri anlatıyor.
Gebe doğumunu Farm'da ebelerle gerçekleştiriyor ve sonrasında bir espri yapıyor:

Sanırım doktorum doğum 12 saatten fazla sürerse (külkedisinin 12'yi geçirmesi, balkabağı hikayesini düşünün) 39 yaşına gireceğimden kaygılanıyordu :))

Kadınlık yakınlık

Ina May Gaskin'in guide to childbirth kitabını okuyorum, şuan Türkçe'ye çevriliyormuş, hem de bir bibi/doula tarafından, ne güzel.

Eylül ayında raflarda olacak herhalde.

Sürekli gittiğiniz bir kuaförünüz var mıdır?
Benim gittiğim yerde kesimini, fön tutuşunu daha çok beğendiğim bir Emre abla vardı. Ablası da vardı, o da iyiydi ama Emre abla ile daha başkaydı işte.
Öyle randevu alayım gideyim bir tarzım yoktur, bu saç bugün kesilsin deyip kuaföre düşen biriyim. Emre abla olmadığı zaman kestirdiğim saçlardan genellikle memnuniyetsiz olmuşumdur.

Ina May'ın gebelerinden birinde de benzer bir durum oluyor, gebenin doğumu başladığında Ina May bir doğum seminerinde. Gebe ne de olsa diğer ebeler var diyor ama içten içe Imay'i bekliyor gibi.
Açılması günlerce sürüyor.
Ina May uçaktan inip yanına varınca süreç hızlanıyor ve kısa bir süre içinde doğum gerçekleşiyor.

Kadınlık
Kuaförde veya doğumda
Baktığı bir yakınlık...

:)

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Haydi Beytullah'ı Yeniden Yükseltelim Anne...

*

Umre'ye ve Hac'ca gidenler hep anlatır değil mi, tarif edilemez bir evinde olma hali derler, sanki bir dejavu anı gibidir: ben burada daha önce olmuştum, ben bu olayı daha önce yaşamıştım hissi.
Hz Adem, Hz Şit ve en son Hz İbrahim Peygamberimiz ilahi ilhamla hep bir ev inşa ediyorlar. 
Neden bir ev yapmaları gerekiyor, ev insan ruhunda nereye tekabül ediyor? 
Bugün kendimizden düşünelim, ev bizim için ne demek? 
Bence ev güven demek. 
Rabbimiz adına yapılan Beytullah; bizler için öte ve bu dünya arasında bir güven öğesi, aidiyet duygusu taşımamıza, bağ kurmamıza, köklenip budaklanmamıza, kendimizi bir yere ait, bir yerin meskunu hissetmemize olanak veriyor.

Dönelim modern bilimlere, birkaç gönderi önce kendisinden örnek vermiş olabilirim, Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşi'si beni düşündüren bir teoridir. 

Mesela Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisi'ni kurarken acaba bilgi kaynakları nelerdi, nerelerden ilham aldı? İnsanın fizyolojik birincil ihtiyaçlarından sonra, ikincil ihtiyaçların güvenlik ile alakalı olduğunu söylüyor, mülkiyet de bu basamakta, özetle ev kurmak...

Ve çocuklar...
Dikkat edersek çocuklar 3 yaşını geçince ev kurma, güvenli alan oluşturma isteğine başlıyorlar. Çünkü öğrendiğimiz kadarıyla 4 yaşına doğru çocuklar annelerinin kopup geldikleri rahimlerinden, anne evinden ayrılmaya, dış dünyaya kanat açmaya başlıyorlar. Tırtılın kelebek olup uçma macerası olanca hızıyla devam ederken ev kurma, kendine ait güvenli bir alana sahip olma, o alan içinde zihnini, duygularını düzenleme ihtiyacı devam ediyor. 

İşte çocuklar kendilerince Beytullah'ı böyle keşfediyor...

*Fotolar http://sudagidan.blogspot.com/2013/02/kabe-maketi.html bloğundan alınmıştır.


8 Mayıs 2014 Perşembe

Önüm gebedir, demim EBE...

Zamanın durağında, fincanlı dağlar sümbüllü bağların olduğu memlekette doğumunu bekleyen bir gebe varmış. 
Gebe yaşadığı yeri severmiş, pek severmiş de; haneler birbirine uzak uzakmış.
Günler dönmüş, geceler ufka kavuşmuş, doğum gelmiş çatmış.
Gebe az gitmiş uz gitmiş, boyunca dalgaları
aşmış, nihayetinde bebeğini dünyaya getirmiş.
Ama yanımda biri olaydı, güzel söz edeydi, bana el vereydi diye
de çok düşünmüş.
Sonra kendisi karar vermiş gebelere yardım etmeye,
yetmeye…
önce
tektim, sonra çoğaldım, vücudumdan can canlandı ayrıldı ayaklandı; adımdan da harf canlansın gebelere el versin diyerek gebeliğini "ebeliğe" eğirmiş.
O günden
beridir, ebeler kendilerinden gebelere geçen harfe çeşit çeşit manaları, halleri bohçalayıp doğum çeyizine koymuşlar.








3 Mayıs 2014 Cumartesi

Hypnobirthing Tramvayı'yla Meryem Suresi'ne Uçarken ;)



SSVD'ye hazırlık yolunda okuduğum HYPNOBIRTHING kitabı ilk bölümünde, doğuma dair algıların ne kadar önemli olduğundan ve bu algıların çeşitli toplumlarda değişmekle birlikte genellikle acı kavramı üzerinden ifade edildiğini anlatıyordu. Doğum ne kadar acı ile anılırsa o kadar acılaşıyor. Doğumda acı çekecek olmak negatif bir yaşam kesiti olarak kadından kadına aktarılıyor; toplumsal kolektif hafızamıza kötü bir hatıra şeklinde yerleşiyor.

Oysaki doğum elbette zorluğu ile birlikte kadını müthiş değiştiren, dönüştüren, güçlendiren; nihayeti itibarı ile cennetten müjde getiren, sadece cennette tam olarak yaşanacağına inandığım mutluluk duygusunu hissettiren güzel bir süreç...

Bizim toplumumuzun doğumda en yüksek frekansta kullandığı kavram: "sancı"

Hayat bir frekanslar bütünüyken, herşey titreşerek birbiri ile etkileşirken; içinde acı kelimesi, dolayısıyla titreşimi olan sancı kavramı doğumlarımızı nasıl etkiliyor acaba?

Elbette kötü bir şekilde etkiliyor. Doğumlarımızı sancılı, acılı, hemen başlayıp bitmesi, kurtulmamız gereken bir eylem olarak telakki ediyoruz. Doğumun ilk evrelerini geçirdiğimiz yere "sancı odası" deniyor! Buradan sonra kalem yazmasa yeridir değil mi?

Yine de enseyi karartmayalım, yazalım, bir kıyaslama yapalım: Mesela Fransız'ca ve İngilizce'de doğum "labour, labor" diye anılıyor, çalışmak, emek vermek, alın teri ile yapmak diye çevirebiliriz, doğuma da ne kadar yakışır manalar.


Travay kelimesi de doğumun açılma evresini anlatan bir kavram. Doğum gruplarında kimi kadınların "ay o ne, tramvay gibi" deyip, çok da hoşlanmadıklarını hatırlıyorum. Ama kafiyeli bir doğum manisi çıkmaz değil bu benzeşmeden. ;)


Bizi doğumda "ben acılar kadınıyım" moduna getiren sancı kavramı İngilizce'de "wave" kelimesi ile karşılanmış. Bu kavramı sevdiğimi söylemeliyim, daha güzel nasıl ifade edilebilir ki, dalga işte; geliyor gidiyor, kimi zaman daha şiddetli, kimi zaman daha hafif.


Ben kelimeyi, sözü önemseyen; kelamın gücüne inanan biriyim. Kelimelerin kökenlerine gitmeyi, kökeninde yansıyan manayı bulmayı, yani etimolojiyi severim.

İngilizce wave, dalga kavramı bana acaba hayat kitabımız doğum konusunda neler diyor diye düşündürdü. Hz.Meryem'in doğumunun anlatıldığını ve mealen sancı kavramının yer aldığını biliyordum ama kelimenin Arapça'sı neydi, kökene yolculuk bizi hangi manalara ulaştıracaktı.

Sureyi, ayeti okudum, şöyle meallendirilmiş:

Ve doğum sancısı (tutunacak bir dal arayan Meryem'i) hurma ağacının gövdesine doğru sürüklerken diyordu ki: "N'olaydım, keşke bundan önce öleydim de unutulup gidenlerden olaydım!" Bunun ardından o (hurma ağacının) alt tarafından ona hitaben bir ses geldi:

"Sakın üzülme! İşte, Rabbin senin (rahminde) olanı şerefli kılmıştır; haydi, hurma dalını kendine doğru çekerek silkele, üstüne taze ve olgun hurmalar dökülsün; sonra da ye, iç, gözün aydın olsun! (Meryem Suresi, 23-26)

Birçok meal ve tefsirde "doğum sancısı gelince/başlayınca" çevirisi hakim. Ayette söylenen kelime "sancı" kavramı ile eşleşen bir kelime mi diye merak ettim, eşimin Arapça bilgisinden faydalandım, kelimenin etimolojisini yaptık.

Beni oldukça memnun eden bir durum çıktı karşıma:

Kelimenin Arapçası "mahâz"

"Mahâz" çalkalanmak, ileri geri hareket etmek, tereyağının yayıkta yayılması (tereyağı eskiden yayıklarda bir ileri bir geri çalkalayarak çıkarılırmış, küçüklüğümden babaannemden hatırlıyorum), denizin ileri geri hareketi (tam da İngilizcedeki wave ile uyumlu) gibi eylemleri temsil ediyor.

30 küsür haftalardaki gebe halimi hatırlıyorum da, kelimenin etimolojisinde acının, sancı kelimesinin bizde yaptığı çağrışımların olmadığını öğrenmek beni pek mutlu etmişti.

"Kitapların en değerlisinde" var olan bu bilinci bilgiye çevirmek tarif edilemez bir mutluluk kaynağı ve ssvd yolunda şevk olmuştu.

Zaten ayetin sonu da bize o coşkuyu taltif edercesine hitap etmiyor muydu?

"Ye, iç, gözün aydın olsun"

Göz aydınlığı doğumlar ve evlatlar dileğiyle...

1 Mayıs 2014 Perşembe

Bir kadını takdir etmekle başlayacak herşey...

2005-2006 yıllarında ürün/hizmet odaklı yaptığımız araştırmalar yetmemiş olacak ki, bir de genel yaşam tarzı araştırması yapalım, insanların gündemlerini öğrenelim, müşterilerimize bu bilgileri sunalım demiştik.
Bu amaçla Türkiye'nin çeşitli illerinde gençlerle, kadınlarla, çalışan bireyler ile toplantılar yaptık, sohbetler düzenledik.
Her yaşam grubunun elbette çeşitli sorunları vardı ama bir ev hanımının söylediği cümleyi kafamdan atamıyordum, bana çok ağır gelmişti:

"Aynaya baktığımda kocaman bir 0 görüyorum."

Ev hanımları gerek kendi yakın çevrelerinden, gerek toplumdan saygı görmediklerinden şikayet ediyorlardı ve o cesaretli kadının söylediği bu cümle, gerçeği; bir dikenli tele takılmışcasına acıtarak gözler önüne seriyordu.

Elbette bir marketing research şirketi bu acı yorumun sosyolojik tarafları ile ilgilenmezdi, ilgilenmedi de.
Bu bilgiyi müşterilerine "reklamında kadını yücelt" tavsiyesi ile vermekten daha yüce şeyler yapamazdı, yapmadı.

O gün bana istifa etmeyi düşündürten bu ağır sözün, bir kadının saygı göremeyişinin yıllarla beraber topluma, çeşitli mesleklere nasıl sirayet ettiğini görüyorum. Bir kadını değersizleştiren sistem elbette diğer rollerin, görevlerin de kıymetini bilemeyecekti. Bugün öğretmenlere, doktorlara uygulanan şiddetin başlangıç noktası burada aranabilir diye düşünüyorum.

Ve çözüm olarak,
"bir kadını takdir etmekle başlayacak herşey" diyorum.
Saygı gören ve doğurma yeteneği ile saygıyı çoğaltan kadınlar eliyle,
daha güzel günler görmek dileğiyle...




Doğumda zaman arkadaşımdır...


Dogumda zaman arkadasimizdir. 
Hormonlarin aciga cikmasi icin zamana ihtiyac vardir. 
Rahim agzinin acilmasi icin zamana ihtiyac vardir. 
Bebegin gerekli manevralari yapabilmesi icin zamana ihtiyac vardir. 
Dogumda zamana saygi duydugumuzda surec kendiliginden hitama, guzel sona erecektir. 
Dogumda zamani yonlendirme ile ilgili kararlar almaya çalışmak annenin gerginligini artırabilir, korku ve agri sarmalina girebilir. 
Bunun yerine, kendini dogumun akisina birakmak, zamanla arkadas olmak, zamanin neleri olgunlastirdigini, nelere derman oldugunu an be an yasamak, bedenindeki hikmeti; yaradilisinda var olan ickin ve askin bilgeligin farkina varmak annenin kendini yeniden kesfetmesini ve guclu hissetmesini saglayacaktir.


Dogumda zaman gebenin destekçisi, yoldaşı, arkadaşıdır...


(The Doula Handbook)




30 Nisan 2014 Çarşamba

Türkiye'nin tüm feministleri toplanın: Kürtajdan başka haklar da var!

Sosyolog Nazife Şişman'ın "Günün Kısa Tarihi" isimli kitabını okuyorum, ara ara, evlatlardan fırsat oldukça :)

Dün de "Yeni Paganist Kültür ve İleri Teknoloji" başlıklı yazıyı okudum. Yazının sonundaki doğumla ilgili bölümleri daha bir dikkatle. Şöyle:




Bu okumanın akabinde, facebook'ta çeşitli doğum gruplarından tanıyıp, sevdiğim; doğum ve kadın hastalıkları uzmanı (doğum neden önce gelmiyor ki :)), doğuma hazırlık eğitmeni, doğum destekçisi/doula (bizce bibi :)), yani doğumu güzelleştirmek adına hangi rol varsa yüklenmeye çalışan Dr. Semra Özer'in paylaştığı bir yazıyı okudum. O yazının linki: http://www.bestdaily.co.uk/your-life/news/a567116/i-was-not-allowed-the-words-that-steal-our-birth-power.html

Çok genel olarak yazı feminist ve kadın hakları savunucuların doğum alanını boş bıraktıklarını, halbuki doğumda kadın hakları için daha fazla şey yapılabileceğini, kadınların doğum eylemi sırasında kendileri ile ilgili karar veremediklerini, gebenin duruşundan, yapılacak müdahalelere kadar tüm kararların sağlık uzmanları tarafından alındığını, gebenin "bana bunun için izin verdiler, şunun için izin vermediler" kavramları üzerinden ilerleyen bir yaklaşıma maruz kaldığını ve elbette bunun değişmesi gerektiğini, bu değişimde de kadın hakları savunucularının yer alabileceğini anlatıyor. (Hoh, ne uzun cümle oldu ve galiba bitti :)

Yazıya şöyle bir yorum ile mukabele ettim:

Dünyayı bilemiyorum ama Türkiye'de genellikle de mesleği hukuk veya sosyal bilimler olan feminist ve kadın hakları savunucuları kadının "anne" rolünün çok fazla öncelendiği gerekçesi ile "annelik" ile pek barışık değiller. Bu sebeple, doğum odalarında, bir kadının anneleştiği bir yerde olmayı pek arzu etmemiş olabilirler. Desteklerinin büyük kısmını doğum odasındaki kadının özgürleşmesi, doğuma yönelik kararlarını özgürce vermesi gibi yapıcı konular üzerinden kurmak yerine; kürtaj gibi, son kertede "yıkıcı" bir konu üzerinden kuruyorlar. Neyse ki son yıllarda iletişim dünyasına katılan anne yazarlar, bloggerlar var. Yaşam çatık kaşlı hukuktan önce gidiyor, umarım hukukta kısa sürede mesafeyi kapatır, negatif kazanımlardan çok pozitif kazanımlara odaklanır. :) (Bu arada, kadının istemediği bir ilişki nedeni ile gebe kalması durumunda gebeliğe dair nihai karar vericinin kendisi olması konusunu ayrı tutuyorum, belirtmek isterim.)

Yorum akabinde yorumlar geldi ama izin almadan birebir koymam doğru olur mu bilemedim, ana başlıkları sıralarsam:

Feministlerin, doğum eyleminde var olan müdahaleler kadına gerçekten hizmet mi ediyor, yoksa hezimete mi uğratıyor ayrımını yapamamaları
Devletin doğurganlığı teşviki* ve kadının kamusal alanda daha az görünmesine tepki olarak doğumu desteklemedikleri (Dr. Gülnihal Bülbül devletin teşviki değil dayatması olduğunu özellikle belirtmektedir.)
Ve nihayetinde bir özeleştiri yapmaları gerektiği

Sevgili feministler,

Saat 06.20 Bebeler uyanmadan, biraz uyumak bu kadının, bu annenin hakkıdır, hemen gidip en azından 45dk, 1 saat uyumalıyım.

Lütfen sizler de toplanın: Kürtajdan başka haklar da var!

Doğumda daha yapıcı olarak var olabileceğiniz, kadınlara destek verebileceğiniz başka konular da var.

Evlatlara meslek...

Kizimin terzi
Oglumun sutcu olmasini istiyorum
Tersi de olabilir
Ama kiz gugumleri nasil tasir!
Neyse bekleyelim
Niyet hayr
Akibet hayr :))


25 Nisan 2014 Cuma

Vaaz uzadığında...

'Vaaz uzadığında' demiş Elias Canetti, 'vaizin ne söylediğinden çok kendine hayranlığı öne çıkar'. 

Bazı yazılarda ben de benzer düşünceye kapılıyorum.
Ve bu sebeple kısa yazmak istiyorum.
Ne de olsa yazı sözün gözüdür.

18 Nisan 2014 Cuma

SSVD imza kampanyası



LUTFEN IMZA KAMPANYASINA KATILIN

Kadin veya erkek olmaniz farketmiyor, linkteki kampanyaya lutfen katilir misiniz?

Tesekkurler

http://www.change.org/tr/kampanyalar/sayın-cumhurbaşkanı-başbakan-sağlık-bakanı-ve-eşleri-aile-ve-sosyal-politikalar-bakanı-bir-kere-sezaryen-hep-sezaryen-olmak-zorunda-değil-ssvd-yi-biliyor-daha-çok-bilinmesini-ve-artmasını-istiyoruz?share_id=fJFYOmFIUt&utm_campaign=signature_receipt&utm_medium=email&utm_source=share_petition

PEMBE METROBÜS

İlk olarak bir sıcak geldi, sohbet muhabbet, ssvd, doğum hikayeleri gırla gider diye düşündüm :))
Önümüz yaz, burun direklerini koruma açısından da fena olmaz hani.
Ama sonra, bu uygulamanın bir baskı aracına dönüşebileceğinden çekindim, düşünsene kaçmış pembe, karışığa binmişsin, sapığın biri çıkıp "pembeye binmemişsin, demek kii" kötülüğüne girişebilir. Hatta bir süre sonra iyi niyetli "ama canım pembe varken, ne işin vardı orada, cık cık cık " yorumları da çoğalabilir.
Cuma, Bayram namazlarında birlikte olması gerektiğini düşündüğüm, camilerde kadınlar ve çocuklar için daha fazla yer arzu ettiğim bir vasatta pembe otobüsü desteklemiyorum.
Kadın erkek tıpkı bir ayakkabı çifti gibidir, birlikte anlamlıdır ve ayakkabıyı temiz, pak tutacak şey onları ayrı ayrı yerlere koymak değil, ahlak boyasıdır.

17 Nisan 2014 Perşembe

Selfie'ye Türkçe isim önerim :))

Selfie genel olarak yüze yönelik değil mi? 
Öyleyse Türkçe önerim: Zülüf. 
Zülüf şakaklardan dökülen saç lülesi demek. 
Malum cümle içinde kullanırken harf düşmesi olur ve "zülfü" diye okunur, böylece orijinal isme hem mana, hem hitap olarak yakın olmuş olur. De mi?  

Selfie'ye zülüf veya zülfü dersek, isimden hareketle foklorik, edebi bir külliyat bile çıkartabiliriz. 
Mesela Karacaoğlan ne demiş "Eser seher yeli zülfün dağıtır / Gerdana dökülen tel incinmesin" 
Karacaoğlan'dan yüz yıllar sonra biz ne deriz: "Titrer çekenin eli zülfün bulanır / Güzel olmadıysa sil hafıza dolmasın  :))
Karacaoğlan Karacaoğlan olalı böyle zülfü pardon zulüm görmedi  
Mesela Neşat Ertaş "Açma zülüflerin yar yar yellere karşı" 
Biz ne deriz: "Çek çek zülüfleri yar yar boğaza karşı" :))

Ya da, ya da mesela günlük konuşma içinde kullanımını düşünelim: Zülfüm nasıl çıkmış? İşte zülfümüz! Şurada bir zülfü çekelim. Bütün cümlelere nasıl da uydu  

Demem o ki #selfienintuerkcekarsılığı zülfü olsun. Bu isim önerim vatana, millete hayırlı olsun... :)))

Çemberimde Gül Oya

16 Nisan 2014 Çarşamba

Haydar annesi miyiz; yoksa Rüstem mi?

Abd ye gelirken ancak 5-6 kitap getirebildim. İki bebe ile fazlasını taşımak da, okumak da gerçekçi olmayacaktı. Ve evet gerçekçi değil, elime kitap alamıyorum bu ara, alsam okuyamıyorum, ortada bırakırsam ya kızcenin sanatsal çizimlerine maruz kalıyor ya da oğlanın el kasları geliştirme dürtüsüne.
Ayraç bırakıyorum ama galiba ayraç için de ayraç bırakmam veya not yazmam lazım bir yerlere :)

Neyseki ekitaplar var.
Aslında var dedim amaa pek de var denemez. Son zamanlarda çıkan, okumak istediğim hiçbir kitabın e hali yok.
İdefix'de bir arayışa çıktım, birkaç tane Metin Karabasoğlu, bir Markar Esayan, esprili diliyle felsefeci Fulya Taşçeviren.

Metin Karabasoğlu'nun Medeniyetin Arka Sokakları isimli kitabını okumaya başladım.
MK Bey gerçekten mümeyyiz bir insan, kitapları insanı zenginleştiriyor, kendine sorular sorduruyor.

Kitabın daha ilk çeyreğindeyim ama kendime sürekli soruyorum, sen Haydarlar yetiştirmeye mi adaysin; yoksa Rüstemler mi?
"Nice Haydarların sevdasıyım ben
Öykümüzü eller yaza be Haydar" diye türkü var ama ne kadar yaşıyoruz bu satırları

Sevda bir yana durursa şimdilik
Nice Haydarların anası mıyız biz?

Rüstem, Haydar bahsini, benzetmelerini ilerledikçe açacağım

Ninni ninelere mi kaldı?

Bloggerda yeni olunca her yazıyı yayınlama aşamasında bir şeyler öğreniyorum.
Mesela ilgi alanları kısmına yazılan konular link oluyor ve aynı ilgiye sahip blogları görme imkanı sağlıyor. Güzel bir özellikmiş ;)

İlgi alanıma ninniler yazdım. Ve merak ettim başka kimler bu konuya ilgi duyar. Hiçbir yönlendirme yok!
Yüzlerce anne blog tutuyor ve kimse ninni yazmamış mı, anlayamadım doğrusu.

Bazı ebeveyn kitaplarında çocukları uyuturken uygulanabilecek yöntemlerden bahsediliyor. Hiçbirine özel olarak değinmeyeceğim, illa bahseden vardır ;)
Yadırgadığım bir şey ninniye alıştırmayın önerisi (önerimi diyeyim artık soneri mi daha uygun düşer)
Ninni ki; bir bebeğin tıpkı emzirme gibi anneyle özel bağ kurduğu anlardan güzel bir an.
Ağrısı olan bebeğe ninni söylendiğinde ağrısının dindiği; ağlamasının azaldığı yönünde araştırmalar var.
Beynin ses yeteneği ile ilgili kısımlarını geliştirir.
Büyüdükçe kelime hazinesine katkı sunar.
Hayal dünyası genişler. 
Tüm bu rasyonel sonuçlardan öte, hasılı kelam: Ninni güzeldir...

Ninni dedim uyuttum
Bebem seni büyüttüm
Nice gece seninle
Ne uykular kuruttum...

Ninni güzeldir...


Zuhal Bibi isminin hikayesi...

Annem küçükken uyuduğumuzda yanı başımıza radyo açarmış, elbette TRT :)

Gözlerimiz daldı türkü, sağa döndük türkü, sola döndük türkü...
Bazı türküleri duyduğumda sözleri tanıdık geliyorsa mutlaka küçükken dinlemişimdir ben bunu diyorum.

Ailem Karadenizli, çocukluk yaz tatilleri bolca memleket kokulu. Çeşit çeşit ağaçlar, ırmaklar, dereler, değirmenler, fırınlar, incir ağacında salıncak, gözün alabildiğince yeşil topuklar, yaylalar, inekler, tavuklar, köpekler, kediler, akşamleyin vrak vrak, ayağını nereye basarsan orada kurbağalar. Bugün fellik fellik aradığımız köy hayatı, doyabildiğince çocukluk...

Bildiğim kadarıyla Karadeniz yörelerinde "bibi" kavramı çok kullanılmıyor, duymuslugum yok

Peki ama nereden, bir yerlerden aşinalık...

Sonra bir Zülfü Livaneli kitabı, sene 2005, 2006 olmalı: Mutluluk

Mutluluğunu arayan bir Meryem ve onu çok seven, ruhuna dokunan bibisi; aynı zamanda köyün ebesi.

Bibiyi hep sevecek ben.

Teyzesine, halasına "bibi" diyen bir kültürün çocuğu ile evlilik.

Doğan bebelerim, biri sezaryen, biri ssvd.

Sezaryen sonrası ikinci bebeği normal doğurma arzusu ile doğuma dair ne varsa okur, öğrenir, yaşarken yine karşıma çıkan "bibi" Hem de bu sefer bir meslek olarak.

Doğumda anneye yardım eden kadın. Batı dünyasında "doula" adıyla bilinen, Anadolu kültüründe bibiye karşılık gelen.

Doğumu, doğuma dair her şeyi seven ve mesleki geleceğini belki de doğuma yönelik bir yol üzerinden devam ettirebileceğini düşünen ben.

"Horozlar hep öter" değil mi bibi?

Dünyadaki tüm çocukların sabah olmasını istediği, horozların sesini mutluluk dolu kalplerle duyabildiği günler aşkına...

Hadi anlat bibi...

15 Nisan 2014 Salı

Kırk eşik, sallan beşik...

Bidayet...

İsviçreli psikiyatr, felsefeci, analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung (1875-1961) yalnızlık ile ilgili şöyle bir kelam etmiş:

"Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. 
İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder."

Belki de bu halden demlenir kelimeler burada...
Bir yazarın, düşünürün kelimesini bir yaşar, bir beşer, bir şaşar olarak olarak alır kendi tirkimizde yoğurur, yalnızlığı paylaşırız.  

Suyu fazla, tuzu eksik olur mu, taam olur mu, tam olur mu bilemiyorum.
Ne diyelim
Niyet hayr
Akibet hayr...