26 Mayıs 2014 Pazartesi

Haydi Beytullah'ı Yeniden Yükseltelim Anne...

*

Umre'ye ve Hac'ca gidenler hep anlatır değil mi, tarif edilemez bir evinde olma hali derler, sanki bir dejavu anı gibidir: ben burada daha önce olmuştum, ben bu olayı daha önce yaşamıştım hissi.
Hz Adem, Hz Şit ve en son Hz İbrahim Peygamberimiz ilahi ilhamla hep bir ev inşa ediyorlar. 
Neden bir ev yapmaları gerekiyor, ev insan ruhunda nereye tekabül ediyor? 
Bugün kendimizden düşünelim, ev bizim için ne demek? 
Bence ev güven demek. 
Rabbimiz adına yapılan Beytullah; bizler için öte ve bu dünya arasında bir güven öğesi, aidiyet duygusu taşımamıza, bağ kurmamıza, köklenip budaklanmamıza, kendimizi bir yere ait, bir yerin meskunu hissetmemize olanak veriyor.

Dönelim modern bilimlere, birkaç gönderi önce kendisinden örnek vermiş olabilirim, Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşi'si beni düşündüren bir teoridir. 

Mesela Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisi'ni kurarken acaba bilgi kaynakları nelerdi, nerelerden ilham aldı? İnsanın fizyolojik birincil ihtiyaçlarından sonra, ikincil ihtiyaçların güvenlik ile alakalı olduğunu söylüyor, mülkiyet de bu basamakta, özetle ev kurmak...

Ve çocuklar...
Dikkat edersek çocuklar 3 yaşını geçince ev kurma, güvenli alan oluşturma isteğine başlıyorlar. Çünkü öğrendiğimiz kadarıyla 4 yaşına doğru çocuklar annelerinin kopup geldikleri rahimlerinden, anne evinden ayrılmaya, dış dünyaya kanat açmaya başlıyorlar. Tırtılın kelebek olup uçma macerası olanca hızıyla devam ederken ev kurma, kendine ait güvenli bir alana sahip olma, o alan içinde zihnini, duygularını düzenleme ihtiyacı devam ediyor. 

İşte çocuklar kendilerince Beytullah'ı böyle keşfediyor...

*Fotolar http://sudagidan.blogspot.com/2013/02/kabe-maketi.html bloğundan alınmıştır.


8 Mayıs 2014 Perşembe

Önüm gebedir, demim EBE...

Zamanın durağında, fincanlı dağlar sümbüllü bağların olduğu memlekette doğumunu bekleyen bir gebe varmış. 
Gebe yaşadığı yeri severmiş, pek severmiş de; haneler birbirine uzak uzakmış.
Günler dönmüş, geceler ufka kavuşmuş, doğum gelmiş çatmış.
Gebe az gitmiş uz gitmiş, boyunca dalgaları
aşmış, nihayetinde bebeğini dünyaya getirmiş.
Ama yanımda biri olaydı, güzel söz edeydi, bana el vereydi diye
de çok düşünmüş.
Sonra kendisi karar vermiş gebelere yardım etmeye,
yetmeye…
önce
tektim, sonra çoğaldım, vücudumdan can canlandı ayrıldı ayaklandı; adımdan da harf canlansın gebelere el versin diyerek gebeliğini "ebeliğe" eğirmiş.
O günden
beridir, ebeler kendilerinden gebelere geçen harfe çeşit çeşit manaları, halleri bohçalayıp doğum çeyizine koymuşlar.








3 Mayıs 2014 Cumartesi

Hypnobirthing Tramvayı'yla Meryem Suresi'ne Uçarken ;)



SSVD'ye hazırlık yolunda okuduğum HYPNOBIRTHING kitabı ilk bölümünde, doğuma dair algıların ne kadar önemli olduğundan ve bu algıların çeşitli toplumlarda değişmekle birlikte genellikle acı kavramı üzerinden ifade edildiğini anlatıyordu. Doğum ne kadar acı ile anılırsa o kadar acılaşıyor. Doğumda acı çekecek olmak negatif bir yaşam kesiti olarak kadından kadına aktarılıyor; toplumsal kolektif hafızamıza kötü bir hatıra şeklinde yerleşiyor.

Oysaki doğum elbette zorluğu ile birlikte kadını müthiş değiştiren, dönüştüren, güçlendiren; nihayeti itibarı ile cennetten müjde getiren, sadece cennette tam olarak yaşanacağına inandığım mutluluk duygusunu hissettiren güzel bir süreç...

Bizim toplumumuzun doğumda en yüksek frekansta kullandığı kavram: "sancı"

Hayat bir frekanslar bütünüyken, herşey titreşerek birbiri ile etkileşirken; içinde acı kelimesi, dolayısıyla titreşimi olan sancı kavramı doğumlarımızı nasıl etkiliyor acaba?

Elbette kötü bir şekilde etkiliyor. Doğumlarımızı sancılı, acılı, hemen başlayıp bitmesi, kurtulmamız gereken bir eylem olarak telakki ediyoruz. Doğumun ilk evrelerini geçirdiğimiz yere "sancı odası" deniyor! Buradan sonra kalem yazmasa yeridir değil mi?

Yine de enseyi karartmayalım, yazalım, bir kıyaslama yapalım: Mesela Fransız'ca ve İngilizce'de doğum "labour, labor" diye anılıyor, çalışmak, emek vermek, alın teri ile yapmak diye çevirebiliriz, doğuma da ne kadar yakışır manalar.


Travay kelimesi de doğumun açılma evresini anlatan bir kavram. Doğum gruplarında kimi kadınların "ay o ne, tramvay gibi" deyip, çok da hoşlanmadıklarını hatırlıyorum. Ama kafiyeli bir doğum manisi çıkmaz değil bu benzeşmeden. ;)


Bizi doğumda "ben acılar kadınıyım" moduna getiren sancı kavramı İngilizce'de "wave" kelimesi ile karşılanmış. Bu kavramı sevdiğimi söylemeliyim, daha güzel nasıl ifade edilebilir ki, dalga işte; geliyor gidiyor, kimi zaman daha şiddetli, kimi zaman daha hafif.


Ben kelimeyi, sözü önemseyen; kelamın gücüne inanan biriyim. Kelimelerin kökenlerine gitmeyi, kökeninde yansıyan manayı bulmayı, yani etimolojiyi severim.

İngilizce wave, dalga kavramı bana acaba hayat kitabımız doğum konusunda neler diyor diye düşündürdü. Hz.Meryem'in doğumunun anlatıldığını ve mealen sancı kavramının yer aldığını biliyordum ama kelimenin Arapça'sı neydi, kökene yolculuk bizi hangi manalara ulaştıracaktı.

Sureyi, ayeti okudum, şöyle meallendirilmiş:

Ve doğum sancısı (tutunacak bir dal arayan Meryem'i) hurma ağacının gövdesine doğru sürüklerken diyordu ki: "N'olaydım, keşke bundan önce öleydim de unutulup gidenlerden olaydım!" Bunun ardından o (hurma ağacının) alt tarafından ona hitaben bir ses geldi:

"Sakın üzülme! İşte, Rabbin senin (rahminde) olanı şerefli kılmıştır; haydi, hurma dalını kendine doğru çekerek silkele, üstüne taze ve olgun hurmalar dökülsün; sonra da ye, iç, gözün aydın olsun! (Meryem Suresi, 23-26)

Birçok meal ve tefsirde "doğum sancısı gelince/başlayınca" çevirisi hakim. Ayette söylenen kelime "sancı" kavramı ile eşleşen bir kelime mi diye merak ettim, eşimin Arapça bilgisinden faydalandım, kelimenin etimolojisini yaptık.

Beni oldukça memnun eden bir durum çıktı karşıma:

Kelimenin Arapçası "mahâz"

"Mahâz" çalkalanmak, ileri geri hareket etmek, tereyağının yayıkta yayılması (tereyağı eskiden yayıklarda bir ileri bir geri çalkalayarak çıkarılırmış, küçüklüğümden babaannemden hatırlıyorum), denizin ileri geri hareketi (tam da İngilizcedeki wave ile uyumlu) gibi eylemleri temsil ediyor.

30 küsür haftalardaki gebe halimi hatırlıyorum da, kelimenin etimolojisinde acının, sancı kelimesinin bizde yaptığı çağrışımların olmadığını öğrenmek beni pek mutlu etmişti.

"Kitapların en değerlisinde" var olan bu bilinci bilgiye çevirmek tarif edilemez bir mutluluk kaynağı ve ssvd yolunda şevk olmuştu.

Zaten ayetin sonu da bize o coşkuyu taltif edercesine hitap etmiyor muydu?

"Ye, iç, gözün aydın olsun"

Göz aydınlığı doğumlar ve evlatlar dileğiyle...

1 Mayıs 2014 Perşembe

Bir kadını takdir etmekle başlayacak herşey...

2005-2006 yıllarında ürün/hizmet odaklı yaptığımız araştırmalar yetmemiş olacak ki, bir de genel yaşam tarzı araştırması yapalım, insanların gündemlerini öğrenelim, müşterilerimize bu bilgileri sunalım demiştik.
Bu amaçla Türkiye'nin çeşitli illerinde gençlerle, kadınlarla, çalışan bireyler ile toplantılar yaptık, sohbetler düzenledik.
Her yaşam grubunun elbette çeşitli sorunları vardı ama bir ev hanımının söylediği cümleyi kafamdan atamıyordum, bana çok ağır gelmişti:

"Aynaya baktığımda kocaman bir 0 görüyorum."

Ev hanımları gerek kendi yakın çevrelerinden, gerek toplumdan saygı görmediklerinden şikayet ediyorlardı ve o cesaretli kadının söylediği bu cümle, gerçeği; bir dikenli tele takılmışcasına acıtarak gözler önüne seriyordu.

Elbette bir marketing research şirketi bu acı yorumun sosyolojik tarafları ile ilgilenmezdi, ilgilenmedi de.
Bu bilgiyi müşterilerine "reklamında kadını yücelt" tavsiyesi ile vermekten daha yüce şeyler yapamazdı, yapmadı.

O gün bana istifa etmeyi düşündürten bu ağır sözün, bir kadının saygı göremeyişinin yıllarla beraber topluma, çeşitli mesleklere nasıl sirayet ettiğini görüyorum. Bir kadını değersizleştiren sistem elbette diğer rollerin, görevlerin de kıymetini bilemeyecekti. Bugün öğretmenlere, doktorlara uygulanan şiddetin başlangıç noktası burada aranabilir diye düşünüyorum.

Ve çözüm olarak,
"bir kadını takdir etmekle başlayacak herşey" diyorum.
Saygı gören ve doğurma yeteneği ile saygıyı çoğaltan kadınlar eliyle,
daha güzel günler görmek dileğiyle...




Doğumda zaman arkadaşımdır...


Dogumda zaman arkadasimizdir. 
Hormonlarin aciga cikmasi icin zamana ihtiyac vardir. 
Rahim agzinin acilmasi icin zamana ihtiyac vardir. 
Bebegin gerekli manevralari yapabilmesi icin zamana ihtiyac vardir. 
Dogumda zamana saygi duydugumuzda surec kendiliginden hitama, guzel sona erecektir. 
Dogumda zamani yonlendirme ile ilgili kararlar almaya çalışmak annenin gerginligini artırabilir, korku ve agri sarmalina girebilir. 
Bunun yerine, kendini dogumun akisina birakmak, zamanla arkadas olmak, zamanin neleri olgunlastirdigini, nelere derman oldugunu an be an yasamak, bedenindeki hikmeti; yaradilisinda var olan ickin ve askin bilgeligin farkina varmak annenin kendini yeniden kesfetmesini ve guclu hissetmesini saglayacaktir.


Dogumda zaman gebenin destekçisi, yoldaşı, arkadaşıdır...


(The Doula Handbook)