30 Nisan 2014 Çarşamba

Türkiye'nin tüm feministleri toplanın: Kürtajdan başka haklar da var!

Sosyolog Nazife Şişman'ın "Günün Kısa Tarihi" isimli kitabını okuyorum, ara ara, evlatlardan fırsat oldukça :)

Dün de "Yeni Paganist Kültür ve İleri Teknoloji" başlıklı yazıyı okudum. Yazının sonundaki doğumla ilgili bölümleri daha bir dikkatle. Şöyle:




Bu okumanın akabinde, facebook'ta çeşitli doğum gruplarından tanıyıp, sevdiğim; doğum ve kadın hastalıkları uzmanı (doğum neden önce gelmiyor ki :)), doğuma hazırlık eğitmeni, doğum destekçisi/doula (bizce bibi :)), yani doğumu güzelleştirmek adına hangi rol varsa yüklenmeye çalışan Dr. Semra Özer'in paylaştığı bir yazıyı okudum. O yazının linki: http://www.bestdaily.co.uk/your-life/news/a567116/i-was-not-allowed-the-words-that-steal-our-birth-power.html

Çok genel olarak yazı feminist ve kadın hakları savunucuların doğum alanını boş bıraktıklarını, halbuki doğumda kadın hakları için daha fazla şey yapılabileceğini, kadınların doğum eylemi sırasında kendileri ile ilgili karar veremediklerini, gebenin duruşundan, yapılacak müdahalelere kadar tüm kararların sağlık uzmanları tarafından alındığını, gebenin "bana bunun için izin verdiler, şunun için izin vermediler" kavramları üzerinden ilerleyen bir yaklaşıma maruz kaldığını ve elbette bunun değişmesi gerektiğini, bu değişimde de kadın hakları savunucularının yer alabileceğini anlatıyor. (Hoh, ne uzun cümle oldu ve galiba bitti :)

Yazıya şöyle bir yorum ile mukabele ettim:

Dünyayı bilemiyorum ama Türkiye'de genellikle de mesleği hukuk veya sosyal bilimler olan feminist ve kadın hakları savunucuları kadının "anne" rolünün çok fazla öncelendiği gerekçesi ile "annelik" ile pek barışık değiller. Bu sebeple, doğum odalarında, bir kadının anneleştiği bir yerde olmayı pek arzu etmemiş olabilirler. Desteklerinin büyük kısmını doğum odasındaki kadının özgürleşmesi, doğuma yönelik kararlarını özgürce vermesi gibi yapıcı konular üzerinden kurmak yerine; kürtaj gibi, son kertede "yıkıcı" bir konu üzerinden kuruyorlar. Neyse ki son yıllarda iletişim dünyasına katılan anne yazarlar, bloggerlar var. Yaşam çatık kaşlı hukuktan önce gidiyor, umarım hukukta kısa sürede mesafeyi kapatır, negatif kazanımlardan çok pozitif kazanımlara odaklanır. :) (Bu arada, kadının istemediği bir ilişki nedeni ile gebe kalması durumunda gebeliğe dair nihai karar vericinin kendisi olması konusunu ayrı tutuyorum, belirtmek isterim.)

Yorum akabinde yorumlar geldi ama izin almadan birebir koymam doğru olur mu bilemedim, ana başlıkları sıralarsam:

Feministlerin, doğum eyleminde var olan müdahaleler kadına gerçekten hizmet mi ediyor, yoksa hezimete mi uğratıyor ayrımını yapamamaları
Devletin doğurganlığı teşviki* ve kadının kamusal alanda daha az görünmesine tepki olarak doğumu desteklemedikleri (Dr. Gülnihal Bülbül devletin teşviki değil dayatması olduğunu özellikle belirtmektedir.)
Ve nihayetinde bir özeleştiri yapmaları gerektiği

Sevgili feministler,

Saat 06.20 Bebeler uyanmadan, biraz uyumak bu kadının, bu annenin hakkıdır, hemen gidip en azından 45dk, 1 saat uyumalıyım.

Lütfen sizler de toplanın: Kürtajdan başka haklar da var!

Doğumda daha yapıcı olarak var olabileceğiniz, kadınlara destek verebileceğiniz başka konular da var.

Evlatlara meslek...

Kizimin terzi
Oglumun sutcu olmasini istiyorum
Tersi de olabilir
Ama kiz gugumleri nasil tasir!
Neyse bekleyelim
Niyet hayr
Akibet hayr :))


25 Nisan 2014 Cuma

Vaaz uzadığında...

'Vaaz uzadığında' demiş Elias Canetti, 'vaizin ne söylediğinden çok kendine hayranlığı öne çıkar'. 

Bazı yazılarda ben de benzer düşünceye kapılıyorum.
Ve bu sebeple kısa yazmak istiyorum.
Ne de olsa yazı sözün gözüdür.

18 Nisan 2014 Cuma

SSVD imza kampanyası



LUTFEN IMZA KAMPANYASINA KATILIN

Kadin veya erkek olmaniz farketmiyor, linkteki kampanyaya lutfen katilir misiniz?

Tesekkurler

http://www.change.org/tr/kampanyalar/sayın-cumhurbaşkanı-başbakan-sağlık-bakanı-ve-eşleri-aile-ve-sosyal-politikalar-bakanı-bir-kere-sezaryen-hep-sezaryen-olmak-zorunda-değil-ssvd-yi-biliyor-daha-çok-bilinmesini-ve-artmasını-istiyoruz?share_id=fJFYOmFIUt&utm_campaign=signature_receipt&utm_medium=email&utm_source=share_petition

PEMBE METROBÜS

İlk olarak bir sıcak geldi, sohbet muhabbet, ssvd, doğum hikayeleri gırla gider diye düşündüm :))
Önümüz yaz, burun direklerini koruma açısından da fena olmaz hani.
Ama sonra, bu uygulamanın bir baskı aracına dönüşebileceğinden çekindim, düşünsene kaçmış pembe, karışığa binmişsin, sapığın biri çıkıp "pembeye binmemişsin, demek kii" kötülüğüne girişebilir. Hatta bir süre sonra iyi niyetli "ama canım pembe varken, ne işin vardı orada, cık cık cık " yorumları da çoğalabilir.
Cuma, Bayram namazlarında birlikte olması gerektiğini düşündüğüm, camilerde kadınlar ve çocuklar için daha fazla yer arzu ettiğim bir vasatta pembe otobüsü desteklemiyorum.
Kadın erkek tıpkı bir ayakkabı çifti gibidir, birlikte anlamlıdır ve ayakkabıyı temiz, pak tutacak şey onları ayrı ayrı yerlere koymak değil, ahlak boyasıdır.

17 Nisan 2014 Perşembe

Selfie'ye Türkçe isim önerim :))

Selfie genel olarak yüze yönelik değil mi? 
Öyleyse Türkçe önerim: Zülüf. 
Zülüf şakaklardan dökülen saç lülesi demek. 
Malum cümle içinde kullanırken harf düşmesi olur ve "zülfü" diye okunur, böylece orijinal isme hem mana, hem hitap olarak yakın olmuş olur. De mi?  

Selfie'ye zülüf veya zülfü dersek, isimden hareketle foklorik, edebi bir külliyat bile çıkartabiliriz. 
Mesela Karacaoğlan ne demiş "Eser seher yeli zülfün dağıtır / Gerdana dökülen tel incinmesin" 
Karacaoğlan'dan yüz yıllar sonra biz ne deriz: "Titrer çekenin eli zülfün bulanır / Güzel olmadıysa sil hafıza dolmasın  :))
Karacaoğlan Karacaoğlan olalı böyle zülfü pardon zulüm görmedi  
Mesela Neşat Ertaş "Açma zülüflerin yar yar yellere karşı" 
Biz ne deriz: "Çek çek zülüfleri yar yar boğaza karşı" :))

Ya da, ya da mesela günlük konuşma içinde kullanımını düşünelim: Zülfüm nasıl çıkmış? İşte zülfümüz! Şurada bir zülfü çekelim. Bütün cümlelere nasıl da uydu  

Demem o ki #selfienintuerkcekarsılığı zülfü olsun. Bu isim önerim vatana, millete hayırlı olsun... :)))

Çemberimde Gül Oya

16 Nisan 2014 Çarşamba

Haydar annesi miyiz; yoksa Rüstem mi?

Abd ye gelirken ancak 5-6 kitap getirebildim. İki bebe ile fazlasını taşımak da, okumak da gerçekçi olmayacaktı. Ve evet gerçekçi değil, elime kitap alamıyorum bu ara, alsam okuyamıyorum, ortada bırakırsam ya kızcenin sanatsal çizimlerine maruz kalıyor ya da oğlanın el kasları geliştirme dürtüsüne.
Ayraç bırakıyorum ama galiba ayraç için de ayraç bırakmam veya not yazmam lazım bir yerlere :)

Neyseki ekitaplar var.
Aslında var dedim amaa pek de var denemez. Son zamanlarda çıkan, okumak istediğim hiçbir kitabın e hali yok.
İdefix'de bir arayışa çıktım, birkaç tane Metin Karabasoğlu, bir Markar Esayan, esprili diliyle felsefeci Fulya Taşçeviren.

Metin Karabasoğlu'nun Medeniyetin Arka Sokakları isimli kitabını okumaya başladım.
MK Bey gerçekten mümeyyiz bir insan, kitapları insanı zenginleştiriyor, kendine sorular sorduruyor.

Kitabın daha ilk çeyreğindeyim ama kendime sürekli soruyorum, sen Haydarlar yetiştirmeye mi adaysin; yoksa Rüstemler mi?
"Nice Haydarların sevdasıyım ben
Öykümüzü eller yaza be Haydar" diye türkü var ama ne kadar yaşıyoruz bu satırları

Sevda bir yana durursa şimdilik
Nice Haydarların anası mıyız biz?

Rüstem, Haydar bahsini, benzetmelerini ilerledikçe açacağım

Ninni ninelere mi kaldı?

Bloggerda yeni olunca her yazıyı yayınlama aşamasında bir şeyler öğreniyorum.
Mesela ilgi alanları kısmına yazılan konular link oluyor ve aynı ilgiye sahip blogları görme imkanı sağlıyor. Güzel bir özellikmiş ;)

İlgi alanıma ninniler yazdım. Ve merak ettim başka kimler bu konuya ilgi duyar. Hiçbir yönlendirme yok!
Yüzlerce anne blog tutuyor ve kimse ninni yazmamış mı, anlayamadım doğrusu.

Bazı ebeveyn kitaplarında çocukları uyuturken uygulanabilecek yöntemlerden bahsediliyor. Hiçbirine özel olarak değinmeyeceğim, illa bahseden vardır ;)
Yadırgadığım bir şey ninniye alıştırmayın önerisi (önerimi diyeyim artık soneri mi daha uygun düşer)
Ninni ki; bir bebeğin tıpkı emzirme gibi anneyle özel bağ kurduğu anlardan güzel bir an.
Ağrısı olan bebeğe ninni söylendiğinde ağrısının dindiği; ağlamasının azaldığı yönünde araştırmalar var.
Beynin ses yeteneği ile ilgili kısımlarını geliştirir.
Büyüdükçe kelime hazinesine katkı sunar.
Hayal dünyası genişler. 
Tüm bu rasyonel sonuçlardan öte, hasılı kelam: Ninni güzeldir...

Ninni dedim uyuttum
Bebem seni büyüttüm
Nice gece seninle
Ne uykular kuruttum...

Ninni güzeldir...


Zuhal Bibi isminin hikayesi...

Annem küçükken uyuduğumuzda yanı başımıza radyo açarmış, elbette TRT :)

Gözlerimiz daldı türkü, sağa döndük türkü, sola döndük türkü...
Bazı türküleri duyduğumda sözleri tanıdık geliyorsa mutlaka küçükken dinlemişimdir ben bunu diyorum.

Ailem Karadenizli, çocukluk yaz tatilleri bolca memleket kokulu. Çeşit çeşit ağaçlar, ırmaklar, dereler, değirmenler, fırınlar, incir ağacında salıncak, gözün alabildiğince yeşil topuklar, yaylalar, inekler, tavuklar, köpekler, kediler, akşamleyin vrak vrak, ayağını nereye basarsan orada kurbağalar. Bugün fellik fellik aradığımız köy hayatı, doyabildiğince çocukluk...

Bildiğim kadarıyla Karadeniz yörelerinde "bibi" kavramı çok kullanılmıyor, duymuslugum yok

Peki ama nereden, bir yerlerden aşinalık...

Sonra bir Zülfü Livaneli kitabı, sene 2005, 2006 olmalı: Mutluluk

Mutluluğunu arayan bir Meryem ve onu çok seven, ruhuna dokunan bibisi; aynı zamanda köyün ebesi.

Bibiyi hep sevecek ben.

Teyzesine, halasına "bibi" diyen bir kültürün çocuğu ile evlilik.

Doğan bebelerim, biri sezaryen, biri ssvd.

Sezaryen sonrası ikinci bebeği normal doğurma arzusu ile doğuma dair ne varsa okur, öğrenir, yaşarken yine karşıma çıkan "bibi" Hem de bu sefer bir meslek olarak.

Doğumda anneye yardım eden kadın. Batı dünyasında "doula" adıyla bilinen, Anadolu kültüründe bibiye karşılık gelen.

Doğumu, doğuma dair her şeyi seven ve mesleki geleceğini belki de doğuma yönelik bir yol üzerinden devam ettirebileceğini düşünen ben.

"Horozlar hep öter" değil mi bibi?

Dünyadaki tüm çocukların sabah olmasını istediği, horozların sesini mutluluk dolu kalplerle duyabildiği günler aşkına...

Hadi anlat bibi...

15 Nisan 2014 Salı

Kırk eşik, sallan beşik...

Bidayet...

İsviçreli psikiyatr, felsefeci, analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung (1875-1961) yalnızlık ile ilgili şöyle bir kelam etmiş:

"Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. 
İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder."

Belki de bu halden demlenir kelimeler burada...
Bir yazarın, düşünürün kelimesini bir yaşar, bir beşer, bir şaşar olarak olarak alır kendi tirkimizde yoğurur, yalnızlığı paylaşırız.  

Suyu fazla, tuzu eksik olur mu, taam olur mu, tam olur mu bilemiyorum.
Ne diyelim
Niyet hayr
Akibet hayr...